Ölüm= Diğer adıyla vefat kur'an-ı Kerim'de ınna lillahi inna ileyhi raciun olarak tafsil edilir tasavvufî düşüncede ölüm, sadece bedenin ölümüdür. Ruhun ölümü diye bir şey yoktur. Ölüm, Allah Teâlâ'dan gelen ruhun tekrar ona dönmesi, karanlıklardan kurtulup aydınlığa kavuşması, gerçek ve sonsuz bir hayata başlamasıdır.
Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri ölümü şebu Arus olarak adlandırır yani düğün gecesibu dünyada yaşarken ölmeye çalışıyorlar, bunun aşamalarına da değişik
isimler vermeye çalışmışlar. Bununla dünyadayken ölümün mertebelerini anlatmışlardır
Birincisi beyaz ölüm =Behimiyet yeme içme, şehvet istekleri, Sufi bunu asgariye düşürmeye çalışır. Az yiyerek, az içerek, az konuşarak, hatta evlenmeyip bekâr yaşayarak. Dünya zevklerini olabildiğince aza indirgediği için biz buna “beyaz ölüm” diyoruz.
İkincisi kara ölüm = Subuiyet daha çok erkeklerde görülen bir hastalık, intikam almak, mücadele etmek, bu erkeklere verilmiş ki ailesini, ülkesini korusun. İntikam almak çoğu zaman ölüm pahasına da olsa zevkli bir şeydir.
Üçüncüsü yeşil ölüm = Kılık kıyafete önem vermemektir.
En son da kırmızı ölüm= Bu da nefsin her türlü hevasına, şehvani, nefsani arzularına muhalefet etmektir.
Hz Peygamber’in; “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin bir devir sistemi içinde hayatın anlamı, ruhun ölümsüzlüğü ve Allah’a vuslatın yolu, ölümden geçmektedir. Böylece ölümü “İradi ölüm” ve “Tabii ölüm” diye ikiye ayırır. İradi ölüm ile, tasavvufi terbiye, ruhun arındırılması ve nefsin egemenliğinden kurtarılmasını ifade etmektedir.
Tasavvuf yolculuğunda ölüm yani Berzah yaşamıdır bu yaşamda kişinin tekamülü bitmez tekrar Yeni bir oluşuma yeni bir dönüşüme hem bedende hem ruh boyutunda gerçekleşir ruh boyutunda kişinin yaşadığı ilim ve idrak şuur oluşumu onun bulunduğu makamı ve mertebede onun durumunu gösterir beden ülkesinde ise bu tekrar toprağa dönmekle birlikte topraktaki tekamülün sürecinin başlangıcı olarak adlandırılır...
Şeyh Bedrettin Hazretleri varidat adlı eserinde der ki
Âhiret işlerinin, câhillerin iddia ettiği gibi olmadığını bil. O işler buyruk, bilinmeyen gayb ve meleklerin dünyasıyla ilgili olup, câhil halk tabakasının iddia ettiği gibi, gözle görülen dünyayla ilgili değildir.
Peygamberler ve halis kişilerin söyledikleri doğrudur. Fakat temel nokta onları anlamamadır. Bunu iyi bil ve hiç şüphelenme ki, cennet, köşkler, ağaçlar, huriler, mallar, ırmaklar, meyvalar, azap, ateş ve benzerleri rivayetlerde söylendiği ve eserlerde anlatıldığı gibi, sadece görüntülerle izah edilemez; onların başka anlamları da vardır. Bu anlamları, velilerin hâlisleri bilmektedirler.İbâdetlerin amacı, gönülleri ölümlü varlıklardan sıyırıp, ebedî ve yüce varlığa yöneltmektir. Fâni varlıklara bağlı bir gönülle bin yıl namaz kılsan dahi, hiç bir sevap elde edemezsin.
Bu beden baki kalmayacağı gibi, ölümden sonra dağılan bölümlerinin yeniden birleşmesi de, mümkün değildir. Ölülerin diriltilmesindeki amaç, bu değildir.
Sen nerdesin ey gafil!
Dünyaya daldığın için, Allah’ı anlama yolundaki çabaların azalmıştır. Bu nesneler ve olgunluklar, senin düşündüğün gibi değildir. Fakat sen Hak’tan uzaklaştığın için, onlara yönetmiyorsun. Şayet bunları anlayabilirsen, onları kendine amaç edinip, gönlünü Allah’a yöneltebilirsin.
Sen, meyvelerle ve başka şeylerle aldatılan çocuğa benzersin. Çocuğa dersten ürkmesin diye, hoşuna gidecek şeylerle benzetmeler yapılır. Sen bu gafil gönlünle Allah ve peygamberleri tanıdığını ve kitaplar okuyarak, ne istediklerini anladığını mı sanıyorsun?
Dersle uğraştığın sürece, Hakk’ı idrak etmekten daha da uzaklaştığını bilmelisin! Allah’ın buyruğu, kendi zatının gereğidir. Sözle, harflerle, Arapça veya başka bir dille izahtan münezzehtir. Kalem her şeyin gerçeğidir, kendine dair ne hal meydana gelirse yazmaktadır. Huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar, meyvalar ve benzerlerinin tümü, hayal âleminde gerçekleşir, duyu âleminde gerçekleşmez; bunu anla!
ağacın bütünü meyvada mevcuttur. her bölümünde bir tohum vardır, böylece bütün buradadır ve ondan oluşmaktadır. aynı şekilde bütün âlemler, kâinat "özden" meydana gelmektedir ve asıl da bütünden gerçekleşmektedir. bütün kâinat bir zerrede vardır ve buradan imân sahibi kişiler gizli sırrı anlarlar. bütün alemler insanda bulunduğu, ancak gizli olduğu ve bu gizlilik örtüsü kalktıkça, o zaman "ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim; beni bilsinler diye insanları yarattım" sözünün sırrı ortaya çıkar."
Yunus Emre Hazretleri der ki
Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler