Abdülhamit Han’dan Atatürk’e; TÜRK DERİN DEVLET GELENEĞİ
Abdülhamit Han’dan Atatürk’e; TÜRK DERİN DEVLET GELENEĞİ

“Abdülhamit’ten Atatürk’e Türk Derin Devlet Geleneği”
Abdülhamit Han’dan Atatürk’e;
TÜRK DERİN DEVLET GELENEĞİ
Bilindiği üzere, Osmanlı gizli istihbarat teşkilatının adı “Teşkilat-ı Mahsusa” idi. Kurucuları ise Enver Paşa, Süleyman Askeri Bey ve Eşref Kuşçubaşı gibi devlet görevlileri idi. Kuruluşundan itibaren; Mustafa Kemal, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey (Killigil), Ali Fethi Okyar, Mümtaz Bey, Rauf Bey, Nuri Conker, Dr. Bahaeddin Şakir, Fuat Bulca ve Ömer Fevzi gibi kişilerin bu teşkilatın ajanı/görevlisi oldukları bilinmektedir. Nitekim Teşkilat tarafından Trablusgarp savunması için Libya’ya gönderilen görevlilerden Enver Bey şeyh, Mustafa Kemal halı tüccarı ve yine Süleyman Askeri Bey din adamı kılığındaydı. Kuşçubaşı Eşref ise Arabistan
çöllerinde Şeyh-it Tüyur (Uçan Şeyh) lakabıyla ün yapmış bir şeyh kılığındaydı.
“Teşkilat-ı Mahsusa” dediğimiz yapı, aslında Türk Gizli Teşkilatı’nın sadece zahiri yönünü temsil etmektedir. Bir de işin batıni yönü vardır ki, Türk devletini ve milletini koruyan derun-i teşkilatın esas ilmi işte bu batıni dediğimiz yönünde saklanmaktadır. Şüphesiz birçok şey gizli olduğu
için bilinmemektedir. Fakat bilinmeyenin içinde bilinen ve bilinenin içinde bilinmeyenler her zaman vardır. İşte şimdi, bu bilinmeyenlerin içinden sizler için iki küçük sisli pencere açıyoruz. Ne duruyorsunuz? Hadi yaklaşın pencereye ve bakın, bakın ki neler göreceksiniz…
Türk Devlet Geleneğindeki Sembol:
İç İçe Geçmiş Üç Ay Yıldız (Hilâl)
(Abdülhamit Han’ın Büyük Sırrı)
Sultan'a bir zarf verilir. Zarfı açan Sultan, içindeki kâğıdı çıkarır. Kâğıdın üzerine çizilmiş; iç içe geçmiş üç hilâl’i görür ama bu şekle bir anlam veremez. Bu iç içe geçmiş üç hilâl’in, ne manaya geldiğini düşünür, ancak bir neticeye varamaz. İlk önce aklına, Teşkilât-ı Mahsusa veya İttihat ve Terakki Cemiyeti gelir. Bu şeklin, onlarla bağlantılı olup olmadığını
düşünür.
Sultan'ın bu konular üzerinde fikir yürüttüğünü, biz Derviş’ten öğreniyoruz:
Derviş, olayı bize şöyle nakleder: "Sultan beni çağırdı. Huzura vardığımda, Sultan'ı biraz düşünceli gördüm. Usulünce selâmımı verdim. Hareketlerinden aceleci bir tavrı olduğu
hemen anlaşılıyordu. Hızlı bir şekilde selâmımı alıp, 'gel derviş' dedi. Elindeki kâğıdı göstererek; 'bu ne ola ki, bir anlam veremedim?' Dedi. Zarftan çıkan kâğıtta, sadece bir sembol
vardı. Sultan bana; ' bu yeni bir mesaj mı, yoksa tehdit mi, bir fikrin var mı?' Diye sordu.
Biraz tereddüt ve endişe ile Sultan'ın elindeki kâğıda baktım. Gördüğüm sembol beni çok rahatlattı. Çünkü gördüğüm bu sembol, Türk Devlet geleneğinin bir nişanesiydi. Benim
bildiğim; Bu sembolün kökeni, Hoca Ahmed Yesevi Sultan'a kadar gidiyordu. Muhakkak öncesi de vardı. Bu sembol, Türk Devleti'nin dünya hâkimiyetini simgeliyordu. Türk Devleti'ni, dünya hâkimi yapmak için; bu uğurda kendini adayanlara verilen ve manası anlatılan bir semboldü bu.
Sultan'a durumu izah ettim. Sultan beni dikkatlice dinledi. Sonra şöyle dedi: 'Neden ben bunu şimdiye kadar bilmiyordum? Bunu eğer daha evvel bana söyleseydiniz, Osmanlı Devlet Arması yerine bu sembolü kullanırdık' deyince, Sultan'a şöyle cevap verdim:
'Sultanım, bu sembol; bir Türk Devleti'nin arması olamaz! Sadece bir Türk Devleti'ni temsil edemez! Çünkü bu sembol, bütün Türk Devletleri'nin, ortak kuruluş ve beka felsefesinin
sembolüdür. Dünya Türk hâkimiyetini sembolize eder. Yani bir devlete mal edilemez. Büyük Bir Seçici Kurul'un yüzyıllar boyu süregelen bir geleneğinin izlerini taşır. Ahmed Yesevi ile
yeniden bir anlam kazanan bu sembol, Gizli Kurul'un sembolüdür.'
Bunun üzerine Sultan, 'iyi ama neden bana daha önce söylemediniz?' Diye sorar.
Derviş ise; 'Efendim, demek ki nasip ve zaman bugüneymiş. Bu sırrı sizin bilmeniz bugün istenmiş. Bu sırrı sizin dedelerinizin çoğu öğrenemeden bu dünyadan göçtü gitti.' Sultan tekrar şaşkınlıkla ve birazda kızarak sordu;
'Ne yani, dedelerim de bilmiyorlar mıydı? Koskoca İmparatorluğun Padişahları da bunu bilmiyorlar mıydı? Kim bu teşkilat?'
Derviş, büyük bir saygıyla cevap verir: 'Sultanım, bu teşkilat; Türk tarihi var olduğundan beri var. Benim bildiğim, en son Hoca Ahmet Yesevi'nin duasıyla, Anadolu'yu yeniden Türk
hâkimiyetine almak için, bu teşkilat faaliyete geçerek tekrar can buldu. Bunlar, herhangi bir Türk Devleti, yeryüzünde hâkim konuma gelene kadar faaliyet gösterirler. Örneğin, Fatih
devrinde, Kanuni devrinde bu yapı uyumaya geçmiştir. Çünkü istenilen hedefe ulaşılmıştır. Ne zaman ki Türk Devletleri zaafa uğrar, endişe hâsıl olur, beka sorunu yaşar, bu yapı o zaman
tekrar uykudan uyanır, faaliyete geçer. Dünyanın her yanına anında kök salar...'
Sultan, Dervişe dönerek, 'bu sembolün bana gönderilmesi, yeni bir devletin alameti mi?' Diye sorar. Derviş bunun üzerine; 'İnşallah Efendim' der ve Sultan'a, sembol ve bu yapıyla ile ilgili derünî bilgiler verir. Padişah gönderilen sembolden ve Derviş ile olan konuşmalarından şu sonucu çıkarmıştır; 'öyleyse bugün uyuyan bu yapı uyanmış ve harekete geçmiştir.' Sultan derin düşüncelere dalar ve aklına kendine daha önce söylenen şu kelimeler gelir: 'Seni tahta padişah olarak oturtmuyoruz. Seni buraya yeni kurulacak Cihan Devleti'nin temellerini atman, Osmanlı'nın yıkılışını uzatman ve dünyayı oyalaman için Hakan olarak oturtuyoruz…'
Padişah Derviş'e şunları söyler; 'bizler de zannederdik ki; bu saltanat, bu taht, bize babalarımızdan, atalarımızdan emanet edildi. Oysaki şimdi anlıyoruz ki, bu taht atalarımızdan
emanet edilmemiş. Demek ki gerçekten bizi tahta oturtanlar varmış…'
Yıllar sonra, Abdülhamid Han'ın büyük katkıları ile teşkilatın önü açılmış, birçok büyük tarihi olaylardan sonra, Gazi Paşa önderliğinde T.C Devleti Meclisi'ni kurmuş, Cumhuriyet'in ilanı vukuu bulmuş, ilk Meclis toplanmış, bir sene boyunca Meclis'in tüm faaliyetleri zapta geçirilmiş ve arşivi yapılmıştır.
1923- 24 yıllarındaki Meclis'in bütün zabıtları bir kitapta toplanmıştır. TEŞKİLAT gururla bu kitaba sembolünü basmıştır.”
Şimdi de Kurtuluş Savaşı yıllarına ve günümüze gelelim.
Çoğumuz maalesef ki, bizlere verilen birçok mesajı neredeyse hiç fark etmeden yaşar gideriz. Adeta kör göze parmak gibi neredeyse gözümüzün içine sokulan simgeleri ve kulağımızı patlatırcasına söylenen kelimeleri duysak bile anlamayız. Oysa etrafınızda size o kadar çok mesaj veren var ki…
Mesela Türk kilimlerinin dili olduğunu ve nesilden nesle bazı kadim mesajları ve bilgileri taşıdıklarını kaçımız biliyoruz?
Anıtkabir’de Atatürk’ün tam mezarının üzerindeki tavanda niçin bir Türk kilimi vardır?
Yüce Atatürk niçin hayatı boyunca hiçbir ağaca dokunmamış ve hiçbir ağacı niçin incitmemiştir? Bu sadece tabiat sevgisinin bir sonucu mudur?
Yüce Allah’ın bizzat adını verdiği büyük Türk milleti sahipsiz midir? Peki, bu sahiplilik sadece uhrevi bir durum mudur, yoksa dünyevi yönleri de var mıdır?
Sormak bizden, düşünüp sorgulamak da sizden.
İşte bilinmeyenin içinde bilinenin bir kısmını İzmir Pasaport İskelesinde her gün gözlerimizin içine içine bakmaya devam etmektedir. Çünkü ne bu nokta sıradan bir yer, ne de bu bina sıradan bir binadır.
Bilindiği üzere Anadolu’daki Türk varlığının tamamen yok edilmesine karar vermiş olan Batı’nın, her türlü modern silah ve teçhizatla donatarak teşkilatlandırdığı ve kendi tetikçisi haline getirerek Anadolu üzerine saldığı mağrur Yunan ordusu, işte bu amacı gerçekleştirmek üzere, ilk olarak İzmir Konak İskelesinden Türk topraklarına ayak basmıştı. Tarihin ve talihin cilvesine bakınız ki, İzmir’de başlayan uğursuz işgal; Türk milletinin milli iradesi ve inancı karşısında eşi
görülmemiş bir hezimete uğramış ve yine İzmir’de Yunanlıların denize dökülmesiyle son bulmuştur ve hemen arkasından yeni bir Türk Devleti tarih sahnesindeki yerini almıştır.
İşte uğursuz işgalin başladığı ve şanlı Türk direnişinin büyük bir zaferle taçlanarak son bulduğu özel bir mekân olan, İzmir Konak (Pasaport) İskelesinde yer alan ve güzel bir bina olan İskele Binası’nın giriş kapılarının sağ ve sol üst köşelerinde de bu teşkilat sembolü, mermer taş üzerine işlenmiş vaziyette yerini almıştır. Teşkilat buraya koymuş olduğu sembollerle, sanki “Yurdumuza karşı başlatılan uğursuz işgal buradan başladı, ama biz kurduğumuz teşkilat ve aldığımız tedbirlerle bu hamleyi boşa çıkardık. Türk düşmanlarını geldikleri gibi yine geldikleri yerden geriye gönderdik ve yeni bir Türk Devleti’ni daha milletimize hediye ettik” demek ister gibidir…
İskele’nin kapıları üzerinde 4 damga = 4/4’lük bir başarı ve bu başarının sonunda 4/4’lük bir devlet… Eser ortada: içeriden birçok hainin, dışarıdan ise birçok azılı düşmanın yıllardır hiç
durmadan uğraşmalarına rağmen dimdik ayaktadır. Yunan işgalinin başladığı ve bittiği nokta İzmir Konak (Pasaport) İskele Binası (Tam dört ayrı yerinde Teşkilat’ın damgası vardır)
Peki, Türk milletinin tarih boyunca hiç devletsiz kalmamış olması sadece bir tesadüf müdür? Peki ya, daha birisi yıkılmadan, Türklerin hemen yeni bir devlet kurabilmiş olması nasıl izah edilebilir?
Balkan Savaşı’yla Osmanlı Devleti yıkılmanın eşiğine geldiğinde hemen Batı Trakya’da yeni bir devlet kurulmuştur. 31 Ağustos 1913 tarihinde kurulan bu devletin adı “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’dir.
Osmanlı Devleti’ni gerçekte tarihe gömen son olay 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’dır. Gelin görün ki, bu olaydan hemen bir gün önce ve ülkenin en doğusunda, yeni bir Türk devleti kurulmuş ve yaşatılmaya başlamıştır. 29 Ekim 1918’de kurulan bu devletin adı ise “Ahıska Türk Hükümet-i Muvakkata’sı”dır.
Bununla da yetinilmemiş 03 Kasım 1918’de Iğdır’ı merkez seçen “Aras Türk Cumhuriyeti” kurulmuştur. Takvimler 30 Kasım 1918’i gösterdiğinde ise Kars Milli Şura Hükümeti yani “Kars Türk Cumhuriyeti” kurulmuştur. Bu hükümetin başkanı ise Teşkilât-ı Mahsusa’dan Cihangiroğlu İbrahim Bey’den başkası değildir.
Bilenler zaten çok iyi biliyorlar da bilmeyenler için soruyorum bu devletleri ülkenin hem en doğusunda, hem de en batısında ve mükemmel zamanlamalarla kimler kurmuştur, kimler
kurdurmuştur?
Onun için Türk düşmanlarına deriz ki boşuna uğraşmayın, çünkü:
"Sayılmayız parmağ ile,
Tükenmeyiz kırmağ ile,
Taşramızdan sormağ ile,
Kimse bilmez ahvalimiz.
Erenlerin çoktur yolu,
Cümlesine dedik beli,
Gören bizi sanır deli,
Usludan yeğdir delimiz…”
“İçinde ateş var öğreneceksin.
Bunu bilerek gireceksin.
Yanacaksın, pişeceksin…
Üzerine sıçrayan kıvılcımları nimet bileceksin.
Yaş yakmayacaksın, unutma sende yaşsın.
Kendi cinsindendir dövdüğü, yaktığı,
Çekiç olmayı bileceksin.
Üzerinde ehil ederler madeni,
Şikâyet etmez, kor ateş üstündeyken…
Gerektiğinde örs olmayı bileceksin.
Tengri armağanıdır Türk'e,
Ehilleştir diye verilmiştir.
Ehilleştirirken ehilleş diye.
Terindir o, emeğinin sırrıdır.
İç içe geçmiş üç hilal
Emeğinin sırrı ile çıkar meydana
Ustan verirse sırrı duanı,
Verme ocağın sırrını kesseler başını.”
Hasip Sarıgöz’ün Kaleminden “Abdülhamit’ten Atatürk’e Türk Derin Devlet Geleneği”
Tepkiniz nedir?






